Kategoriler

26 Ocak 2015 Pazartesi

ROMA-VATİKAN-FLORANSA-PİSA GEZİMİZ - İkinci Bölüm: Seyahat Günlüğümüz

"ROMA-VATİKAN-FLORANSA-PİSA GEZİMİZ" yazımın ikinci bölümüyle karşınızdayım. Bu yazıda gezdiğimiz tarihi yerleri, denediğimiz leziz tatları, fotoğraf kolajlarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ulaşım, bilet işlemleri ve diğer detayları yazımın birinci bölümünde bulabilirsiniz.

Yazının içeriği ile ilgili kısa bir özet yapmak istiyorum.

  • Birinci Günümüz - Roma (Gidiş)
  • İkinci Günümüz - Roma
  • Üçüncü Günümüz - Vatikan
  • Dördüncü Günümüz - Floransa ve Pisa
  • Beşinci Günümüz - Roma
  • Altıncı Günümüz - Roma (Dönüş)
Yazının sonunda söylemem gereken şeyi şimdi söylemek istiyorum. Bu kadar yorulduğumuza kesinlikle değdi.

Not: Aşağıda bahsettiğim tüm yerlerin isimlerine google map konumu ekledim. Merak ettiğiniz yerlerin konumunu, mekan veya yer isimlerinin üzerine tıklayarak öğrenebilir ve  google map aracılığı ile yol tarifi alabilirsiniz.


Birinci Günümüz - Roma

İlk gün dediğim gibi otele gelmemiz 16:30’u bulmuştu. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra, fotoğraf makinelerimizi ve Roma Pass Card ile verilen haritamızı alıp, yemek yemeye ve civarı keşfe çıktık. Şehrin atmosferi etkileyiciydi. Her sokakta tarihi binalar, heykeller... Ara ara sizlerle şehrin sokakları ve caddelerine ilişkin fotoğraflar da paylaşacağım.

Karnımız o kadar acıkmıştı ki, otele en yakın küçük ve sevimli bir restauranta girdik. Tabiki makarna ve pizza denemek istedik. Hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı için beklentilerimiz çok düşüktü. O yüzden midir bilmem pizzasını değil ama makarnasını beğendik. Tavsiye etmem için çok büyük bir artısı yok ama bizim gibi yolunuz düşer de, bir an önce karnınızı doyurma hedefindeyseniz gidebilirsiniz :)

Yemekten sonra haritamızda turistler için önerilen yerler arasında işaretli en yakın yere yani Republica meydanına (Piazza delle Rebublica) gittik. Meydanın tam ortasında 4 tarafında melek heykelleri olan güzel bir çeşme var. İşte Fontana Delle Naiadi isimli bu güzel çeşmeden birkaç kare...

Hemen Republica Meydanında çok eski ve dışarıdan küçük görünmesine rağmen, içine girince kocaman olduğu anlaşılan bir kilise var. Bu arada özellikle çok turist çeken kiliselerin girişinde giyimle ilgili küçük uyarı tabelaları var. Şortla, mini etek ve elbiseyle, kolsuz ya da ince askılı badilerle içeri girilmemesi gerektiği belirtiliyor. Biz özellikle dikkat ettik, şort giydiğimiz günler de kiliselere girmedik ama uyarıları dikkate almayan bir çok kişi de gördük malesef. İşte dünyanın 7. büyük kilisesi ünvanını taşıyan Basilika di Santa Mari Degli Angeli ismindeki görkemli kiliseden birkaç kare...

Republica meydanından sonraki durağımız Fontana di Trevi yani Aşk Çeşmesi oldu. Maalesef bizim şansımıza çeşme tadilattaydı. İçerisinde su yoktu ve üzeri inşaat iskeleleri ile kaplıydı. O haliyle bile görkemli görünen çeşmeye atılmış paraların gün yüzüne çıkması ise dikkat çekiciydi. Bu arada Haziran 2014'te başlayan tadilat 1 buçuk yıl sürecekmiş.

Tadilatta da olsa Aşk Çeşmesini gördükten sonra, yine güzel caddeler ve sokaklardan geçerek Venedik Meydanına (Piazza Venezia) ulaştık. Ulaşırken de boş durmadık tabi, fotoğraf çekmeye devam :)

Venedik meydanı ve Capitoline tepesinin arasında bembeyaz, ihtişamlı ve büyük bir yapı gördük. Üzerindeki devasa heykellere hayran kalmamak mümkün değil. İşte o büyüleyici yapı, Vittorio Emanuele II Abidesi...

Venedik meydanının arka tarafından Collesium bize göz kırpsa da otele dönmenin vakti gelmişti. Keşif amaçlı çıktığımız tur, bizi bir hayli yordu ama gördüğümüz güzelliklerden sonra hiç şikayetçi olmadık. 

İlk günümüzün sonunda küçük bir not:Caddelerdeki küçük büfelerden su almayın. 500 ml'lik su için 2 Eur istiyorlar. Sokak aralarındaki küçük süpermarketlerden 65 cent ödeyerek 1,5 litrelik su alabilirsiniz.

İkinci Günümüz - Roma
Sabah erkenden otelimizde kahvaltı yaptık. Açık büfe kahvaltıda ağırlıklı peynir çeşitleri ve kruvasan çeşitleri vardı. Zaten İtalya'daki birçok otelin kahvaltı konsepti kruvasan ve cappuccinodan oluşuyor. Benim tüm kahvaltılıklar arasında en çok beğendiğim ise kesinlikle Ricotta peyniriydi. Tuzsuz, yumuşak, lokum gibi peynir :) 

İlk durağımız, Basilika di Santa Maria Maggiore oldu. Görülmeye değer, büyük ve ihtişamlı yapılardan biri diyebilirim.

Daha sonra arada kalmış, küçük ama özel başka bir kiliseye gittik. Özel dedim çünkü içerisinde Michelangelo'nun yaptığı Musa heykeli(en alt sağdaki fotoğraf) bulunuyor. İşte San Pietro in Vincoli Kilisesi...

Sıra Collesium'u ziyarete gelmişti. Erken bir saat olmasına rağmen girişindeki kuyruk bir an için bizi korkutsa da, Roma Pass Cardlarımız aklımıza geldi ve yüreğimize su serpildi. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz sıranın yanından güle oynaya geçip, içeriye girdik.

Collesiumun atmosferi gerçekten muhteşemdi. Eskiden gladyatör dövüşlerinin düzenlendiği bu arenaya girince, hayal dünyam biraz da Hollywood filmlerinin etkisiyle güzel bir şölen yaşattı bana :)


Collesium'un içerisinde çok hoş bir müze de bulunuyor. Müzeyi de gezdikten sonra küçük hediyelikler alıp, Collesium gezimize son verdik.

Collesium'dan çıkar çıkmaz Roma Forum'a yöneldik. Roma Pass Cardımızı göstererek giriş yaptık ama ikinci müze hakkımız harcanmadı. İçeriye adım atmamızla birlikte bambaşka bir dünyada hissettik kendimizi.

Yüzlerce yıl önce ticaret, ibadet, iş ve adalet yönetiminin merkezi ve Roma şehrinin kalbi olarak nitelendiren bu alanın; günümüze kadar bu derece saklanabilmiş olması muazzam gerçekten. 

Roma Forum'u da gezdikten sonra karnımızı doyurmanın vakti gelmişti. Roma'ya gitmeden önce araştırdığım bir makarnacıya gitmeye karar verdik. Saat oraya gitmemiz için çok uygundu. Çünkü bu makarnacının saat 13:00'da öğlen yemeği servisine başladığı ve yalnızca iki çeşit makarnaları bitene kadar satış yaptıklarını duymuştuk. Hızlı hızlı meşhur makarnacı Pastificio'ya gittik. Gittiğimizde 12:30'du, biraz civarı gezip vakit geçirelim derken, sokağın bittiği yerdeki meydanda karşımıza meşhur İspanyol Merdivenleri çıktı.

Fotoğraf çekip, etrafı gözlemledikten sonra 12:55'te makarnacımıza geri döndük. Döndüğümüzde sıra dışarı taşmıştı bile.

Burası normal bir restaurant değil. Aslında kendi ürettikleri makarnayı çiğ olarak paketleyip satan küçük bir işletme... Yalnızca saat 13:00'te 2 çeşit makarna pişirip, öğlen yemeği için sunuyorlar. Sunum ise bir hayli değişik. Çünkü dükkan çok küçük ve içeride ne bir masa ne de bir sandalye var. Paket makarnaların koyulduğu duvardaki raflar, öğlenleri masa olarak kullanılıyor. İsteyen yalnızca 4 Euro ödeyerek paket yaptırıyor, isteyen yine aynı fiyata dükkanda yiyor yemeğini. Ancak dükkanda yemenin avantajı, sınırsız su ve bir bardak beyaz şarap ikram edilmesi... Herşeyin plastik bardak ve tabaklarda sunulduğunu belirtmek istiyorum. Lezzet konusuna gelince... Ba-yıl-dık... Tam kararında pişmiş, taze ve bol peynir soslu italyan makarnası... Kesinlikle ayakta, tıkış tıkış yemek yemenize değer. Hele fiyat-performans analizi yaptığınızda göreceksiniz ki, Roma'da mutlaka makarna yenilmesi gereken bir mekan.

Karnımızı bir güzel doyurduktan sonra, üzerine güzel bir tatlı yemenin vakti gelmişti. Tabiki tercihimiz Roma dondurması ile tiramisuydu ve benim daha önce araştırıp yerini haritamızda işaretlediğim meşhur tarihi dondurmacı Giolitti'ye gitmek için yola çıktık. Ancak yol üzerindeki tarihi ve Roma şehrinin önemli yerlerini bir kenara bırakamazdık:) İşte şehrin parlemento binası...

Giolitti'ye gelir gelmez ilk olarak meşhur dondurmasını denedik. Gerçekten leziz bir tadı var ama Türkiye'deki meşhur dondurmacılar ile lezzet yarışında fark atabilir mi tartışılır. Dondurmayı tattıktan sonra yine meşhur İtalyan lezzetleri tiramisu ve cappuccino denedik. Keki konyakla ıslatıldığı için tiramisu benim damak tadıma pek uymadı. Konyağın acı tadı yüzünden tadını hissedemedim tatlının. Cappuccino ise denemeye değer.

Giolitti'de dinlenip soluklandıktan sonra, tekrar düştük yollara. Panteon Tapınağı'na giderken yolda, çok dikkat çekici dış görüntüsü olan ama küçük görünen bir kiliseye rastladık. Santa Maria Maddalena Kilisesi... İçeri girince hayran kaldık.

Mermer sütunlar, ihtişamlı heykeller, devasa resimler... Atmosferini çok etkileyici bulduk. Akşam, loş ışıkta ne kadar ürkütücü bir yer olabileceğini hayal ettik:) 17. yüzyılda yapılmış bir yapıt olduğunun da bilgisini vermek isterim.

Sıra Panteon'a geldi.  Antik Roma'nın tanrıları için tapınak olarak yapılan bina daha sonra kiliseye dönüştürülmüş. Roma Antik çağının en iyi korunmuş binası olarak biliniyor. Dışarıdan bakınca büyük, eski bir beton bina diyebilirsiniz ama içeriye girip o büyük kubbeyi görünce hele de yapıldığı dönemi düşününce hayran kalmamak elde değil. Kubbenin ortasında 3 metre çapında bir boşluk olmasına rağmen, yağmur yağdığında içeriye yağmur gelmiyormuş, yağmur suları kubbenin kenarlarından süzülüyormuş.
En çok gezdiğimiz günün son ziyaretini ayaklarımıza kara sular inse de Musei Capitolini'ye yaptık. Hakkında çok araştırma yapmadığımız bir müzeydi aslında, Roma Pass Card'ımızın ikinci ve son ücretsiz müze girişi hakkını(detaylı bilgi yazımın birinci bölümünde bulunuyor) kullanmakta çekinerek girdik içeri. 
3 binadan oluşan saraylar Vatikan'ın desteğiyle yapılmış, Michelangelo tarafından tasarlanmış. Bizi karşılayan heykelleri görünce hayran kaldık. Hatta eğlenceli fotoğraflar çekinmekten kendimizi alamadık:)
Capitolini müzesini de gezdikten sonra, yorgun ama mutlu olarak  yine yürüyerek otelimize döndük.

İkinci günümüzün sonunda küçük bir not: Hediyelik eşyaları turistik yerlerin önünden almayı tercih etmemenizi öneririm. Aynı ürünleri ara sokaklardaki hediyelik eşya satan mağazalarda daha uyguna bulmanız mümkün.


Üçüncü Günümüz - Vatikan
Sıra geldi Vatikan gününe... Seyahati planlarken Roma için yaptığım detaylı araştırma beni yormuş olsa gerek, Vatikan için çok genel bilgilerle yola çıktık. 

Metrodan inip San Pietro Meydanı'na gidene kadar yolda bir çok tur görevlisi yolumuzu kesip, turlarına katılmamızı önerdi. Biz kendimiz gezme düşüncesinde olduğumuz için hepsini reddettik. Ta ki San Pietro Meydanına varana kadar... İnanılmaz bir kalabalık, nereden başlayıp bittiği anlaşılmayan bir sıra... Sudan çıkmış balık gibi bir o yana bir bu yana bakarken, bir tur görevlisi bizi avladı diyebilirim :)


Türkçe de konuşabilen, İran kökenli, genç bir arkadaştı. Turlarının içeriğini anlattı hızlıca ve 15 dakika sonrasında gerçekleştirecekleri kişi başı 40 Euro olan ve 3 saat sürecek Vatikan Turuna katılmamız için bizi ikna etti. "The Treasures Tours"un İngilizce ve Fransızca bilen tur rehberi ile yaklaşık 15 kişilik bir grup ile gezimize başladık. İlk durak San Pietro Meydanı oldu. Tur rehberinin dediğine göre, meydanın iki taraftan üzerinde heykeller olan sütunlarla çevrili olmasının nedeni, tüm insanlığa kucak açtığını simgelemekmiş.
Meydanda bir ön bilgi aldıktan sonra istikametimiz Vatikan Müzeleri oldu ve hiç sıra beklemeden, adeta içeriye süzüldük:) Küçük bir Vatikan maketi üzerinde gezi planımız anlatıldı. Bu arada tur rehberinin hem İngilizce hem Fransızca anlatması çok hoşumuza gitti. Önce İngilizce olarak dinleyip, sonra O aynı şeyleri Fransızca anlatırken bol bol fotoğraf çekme fırsatımız oldu. Böylece hem söylenenleri kaçırmadık hem de fotoğraf çekebildik. Bu yüzden olsa gerek diğer turlara göre biraz daha uzun sürüyor bu tur.
Başta Michelangelo, Raphael ve Leonardo olmak üzere bir çok sanatçının eşsiz eserleri arasında kendinizi kaybedebilirsiniz. Bazı önemli resimlerin neyi simgelediğini, neyi anlattığını tur rehberimiz açıklasa da tüm resimlere bakarken hayal alemine dalmamak elde değil.
O kadar çok heykel vardı ki bir müddet sonra bizi büyülememeye başlamıştık. Ta ki sağ alt tarafta fotoğrafı bulunan "disk atan adam heykeli"ni görene kadar. 5-6 sene önce İstanbul Arkeoloji Müzesini gezerken görmüştüm bu heykeli. 1 haftalığına sergilenmek için Vatikan'dan getirtilmişti. Vatikan'da tekrar gördüğümde benim için en anlamlı heykel haline geldi :)
Bizi en çok hayran bırakan şeylerden birisi Sistene Şapeli'ne giden koridorların tavanlarındaki resimler ve işlemeler oldu. Tavana bakmaktan boynumuz ağrıdı. Bir tarafta dönemin ilk 3 boyutlu resim denemeleri, diğer tarafta 1 cm bile boşluk bırakılmadan resmedilen ve işlenen tavalar... Koridor bitimindeki kapıların üzerindeki heykeller de cabası.
Vatikan turunun en son noktası tabi ki Sistine Şapeli'ydi. Benim Vatikan'da en çok hayran kaldığım yer... Michelangelo ve ekibinin tam 4 yılda tamamladığı devasa duvar ve tavan resimleriyle kaplı görkemli ibadethane... Papa seçimlerinin yapıldığı yer ve Papa'nın resmi ikametgahı... Sistene Şapeli'nde flashsız da olsa fotoğraf çekimi yasak. Zaten bir çok Hristiyan ellerinde incillerle ibadet halinde. Gizli gizli fotoğraf çekenler olsa da, biz saygısızlık yapmak istemedik. Michelangelo'nun internette bulduğum "Mahşer Sahnesi" resmi için tıklayınız.

3 buçuk saatlik Vatikan turumuzu tamamladıktan sonra, yakındaki Risorgimento Meydanındaki restaurantlardan birinde yemek yedik. Direkt tursitlere yönelik ve meydanlardaki yerleri tercih etmemeye çalışsak ta, hem daha önce civardaki restaurantları araştırmadığımız için hem de daha fazla yürüyecek takatimiz kalmadığı için gittik. Fiyatları genelde belli skalada ve uçuk değildi ama 5 Euro servis hizmeti olarak adusyonumuza yansıtıldı.

Üçüncü günümüzün sonunda küçük bir not: "ROMA-VATİKAN-FLORANSA-PİSA GEZİMİZ" yazımın birinci bölümünde bahsetmiştim ibadethanelerdeki giyim konusundaki kuralları. Ancak kimsenin önemsemediğini de belirtmiştim. Vatikan'da işler biraz daha sıkı tutuluyor. Özellikle Sistine Şapeli'ne girerken, turumuza katılan ve hırkasını çıkarıp içindeki askılı badi ile gezen bir erkeğe bile, hırkasını giymesi rica edildi. Bu yüzden şort, kısa elsibe veya etek ile kolsuz üstlerle Vatikan'a gelmemenizi öneririm.

Dördüncü Günümüz - Floransa ve Pisa
Sıra geldi önceden planlayarak hızlı tren biletlerini aldığımız  Floransa ve Pisa seyahatimize. Bir değişiklik ve fotoğraflarda tatlı bir anı olsun diye Galatasaray formalarımızla yola koyulduk.
Floransa'ya ayak basar basmaz önce bilet alıp, Pisa'ya hareket ettik. 1 saat süren tren yolculuğundan sonra küçük bir kasaba havasındaki Pisa'ya ulaştık.
İlk ve tek istikametimiz Pisa Kulesi'ydi. İstasyondan çıkınca, 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra Pisa Kulesi'ne ulaşılabiliyor. Yollar çok kalabalık değil ama meydana çıkınca tabelalar  ile yolu bulmanız çok kolay. Bu arada yol boyunca GS formalarımız ile ilgili beğeni işareti yapanlar oldu, hatta bir cafede çalışan İtalyan'nın Fenerbahçe diye tezahurat etmesine çok güldük. Neyse Pisa kulesinin olduğu alana vardık ve gördüğümüz manzara karşısında çok eğlendik. Herkes o meşhur pozu veriyordu :) Eee biz de verdik tabi.
Pisa kulesini gördükten sonra, Floransa'ya geri döndük ve başladık gezmeye. Sadece 1 güne sığdırmak zorunda kaldığımız gezimizin Pisa'dan sonra kalan zamanlarını Floransa'da en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık. Ancak vakit darlığından dolayı, kapsamlı bir gezi olamadı malesef. Uçak biletini Floransa dönüşlü alıp, 1 gece de Floransa'da kalabilirmişiz. Seyahat planlamasında böyle bir alternatif de düşünülebilir.

Floransa'yı da çok beğendik. Roma gibi eski ve tarihi atmosferi var ama daha modern bir havası var. Eski tarihi binaların içerisinde dünyaca ünlü markaların dev mağazalarını görebilirsiniz. Dar sokaklar, sokak başlarında çeşmeler...
İlk durağımız Santa Maria Novella Kilisesi oldu. Bulunduğu bölgedeki tren istasyonuna da adını veren kilise, mermer ile kaplı güzel bir kilise. Çok ihtişamlı olmasa da, istasyona yakın bir bölgede olduğu için görülmeye değer diye düşünüyorum.
Daha sonra kendimizi Ponte Vecchio köprüsünde bulduk. İkinci dünya savaşından arda kalan tek köprü, şuanda kuyumcularla dolu. Köprünün bu mimari ile tasarlanmasının amacı, o dönemde Mediciler’in nehir üzerinden toplum içinde görünmeden bir saraydan  diğer saraylarına  gitmelerini sağlamakmış. Böylece Mediciler halkın içine karışmadan şehrin sokaklarında ilerleyebilmişler.
Floransa'da en çok beğendiğimiz eser ise Santa Maria del Fiore yani Floransa Katedrali oldu. Floransa'nın en meşhur kiliselerinden biri olarak kabul ediliyor. Yapımına 15. yüzyılda başlanmış ve tam 150 yıl sürmüş. Roma'daki Panteon tapınağından esinlenerek yapılan dev bir kubbesi bulunuyor. Gözlerimizi uzun müddet bu eşsiz mimariden ayıramadık.
Dönüş vaktinin nasıl geldiğini anlamadık bile. Güzel bir günü daha bitirip, yine hızlı trenle Roma'ya geri döndük. Otele varmamız 00:30'u bulmuştu.

Beşinci Günümüz - Roma
Seyahatimizin son günü diyebiliriz aslında. O kadar çok gezmiştik ki, Roma'yı avucumuzun içi gibi biliyormuşcasına yola koyulduk. Saat 13:00'da daha önce bahsettiğim meşhur makarnacı Pastificio'da olacak şekilde otelden ayrılmıştık.  Bu lezzeti bir kez daha tatmadan olmazdı:) 

Leziz makarnamızı, ikramları olan beyaz şarap eşliğinde yiyip karnımızı doyurduktan sonra, Popolo Meydanına yürüdük. Roma'nın en büyük meydanı ünvanını taşıyor kendisi. Ortasında kocaman bir dikilitaş, kuzeyinde sadeliği ve rönesans mimarisi ile dikkat çeken Santa Maria Del Popolo Kilisesi bulunuyor. 
İtalya'ya gelmişken leziz peynirlerinden almadan dönmeyelim dedik. Ara sokaklarda bir supermarkete girdik. Peynir reyonu kocamandı ve fiyatlar da gayet normaldi. Ayrıca peynirleri vakumlayıp verdikleri için rahatlıkla bavulunuza koyabilirsiniz. Benim favori peynirim ricotto alamadık. Çok yumuşak olduğu için valizin içinde akabileceğini söyledi peynir reyonu çalışanı. Mutlaka parmigiano ve parmigiano reggiano peynirlerinden almanızı tavsiye ederim. Biraz üzerine rendeleyerek sade makarnayı bile inanılmaz lezzetli hale getirebilirsiniz.

Saat 18:30'a kadar alışveriş yapıp gezdikten sonra, nihayet meşhur pizzacı Pizzeria Baffetto 'ye gidebildik. Özellikle 18:30'a kadar bekledik, çünkü 18:30'da açıyorlar restaurantı. Ayrıca Salı günlerinde kapalı olduklarını da, seyahatimizin ikinci gününde öğrenmiştik. Pizzaları söylendiği kadar lezzetliymiş. Odun ateşinde pişmesi ayrıca bir lezzet katıyor kesinlikle. Rahatlıkla önerebileceğimiz, özel bir pizzacı kesinlikle. Ayrıca menüde tiramisu'yu görünce denemek istedik ve başarılı oldukları bir alan daha keşfetmiş olduk. Giolitti'de yediğimiz gibi içerisinde alkol olmadığı için, benim damak tadım için 1-0 öne geçmişti bile:) Bu arada fiyatların da gayet makul olduğunu söyleyebilirim. İki pizza, 2 tiramisu ve 1 litrelik özel kırmızı şarapları için toplamda 35 Euro hesap ödedik. İstanbul'da Midpoint gibi bir mekanda alkol eşliğinde yemek yemiş kadar hesap ödemedik bile:)
Roma'da son akşam yemeğimizi yedikten sonra, ağır adımlarla, artık bize tanıdık gelen güzel sokaklardan geçerek otelimize geri döndük.

Altıncı Günümüz - Roma (Eve dönüş)
Uçak saatimiz Roma saatiyle 13:30'da olduğu için kahvaltıda son kez güzel Ricotto peynirinden, güzel kruvasanlardan tattık ve hazırlanıp dönüş yoluna çıktık.

Bütün o evlilik koşuşturmacası üzerine, ikimiz için de rüya gibi geçen bir tatil oldu ve tatlı bir yorgunlukla beraber güzel tebessümlerle ayrıldık bu büyüleyici şehirden.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Benzer Yazılar

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...er: 0" />